SBZ03
Yıldız'a...
İlk ikisini çöpe atıp (üzerlerine sünger çekip kırıntılarını topladıktan sonra) üçüncünün üstüne rahat bir şeyler aldıysak (the) üniversitenin ilk yılında tanıştığım ve çok sevdiğim birinden bahsetmek istiyorum. Onu ayrı bir kategoriye koyuyor olmalıyım ki "arkadaşlar" dediğimde o gelmiyor aklıma.
Tanıştığımızdan beri düzenli, sabit, tahmin edilebilir bir iletişim tutturamamız (çalkantılı bir ilişkiydi yani - benim sayemde!) yanıltmasın, birbirimizin hayatında iz bıraktık (ötesi = YOK). Şu da var ki (günah mı çıkarıyorum, yoksa geçmişe dönemeyeceğimiz gerçeğini mi hazmetmeye çalışıyorum?) zaman geçtikçe ve hayatla yüzleştikçe önceliklerinizi yeniden gözden geçirmeniz gerektiğinin farkına varıyorsunuz. Hem güldüren hem düşündüren (ama genelde güldürdükleriyle düşündürmeyen ve hatta düşündürdükleriyle güleceğiniz varsa da kaçıran) hem de yanında pijama rahatlığında olabildiğiniz insanlarla çevriliyseniz ne mutlu size! Benim yok. O yüzden onun hakkında yazıyorum şimdi. Ah ulan! pişmanlığıyla değil de şimdi iyi ki var! minnettarlığıyla...
Bencilliği ne KaraMelekYeniden gaddarlığında, ne de oradan hiç çıkmaz istemezcesine içedönük depresifliği. Hâlâ bolca naif, hâlâ bolca evhamlı, hâlâ bolca devamını bekleyen biri o. Bu kadar karanlıksa nasıl oluyor da her konuştuğumuzda başka yerde, başkasıyla hiç gülmediğim kadar onunlayken gülüyorum (komünikasyon falan mı yapıyoruz, nedir?)?
Aklımda o varken bu kadar parantezli yazıyorsam onun ayrıntıcılığındandır. Sıkıştırdıklarından, sıkışıklardan çoğaltır; darlanmışlıklardan uzay yaratır. Gürültünün içinde bayağı bayağı muhabbetsiz kalırken ne zamandır sesini duymayı ne kadar özlediğimi fark ettim.
İyi ki varsın! Hep böyle kal!