Kayıtlar

Kasım, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yol biter mi?

Resim
Save the planet çağrılarının boşluğuna, gezegenin değil insanların kurtarılmaya ihtiyacı olduğuna dair bir yazı okumuştum. Kolay mıydı öyle biter deyivermek, ne türler ne hayatlar gelip geçmişti mavi gezegenden. Bitecek olan yalnızca homo kibirus' un (kibirli insan) hükmü altındaki zulüm çağı olurdu. Bir süredir, kadın bilim insanlarının hikâyelerini anlatan bir kitap serisi çeviriyorum. Su altı dünyasını uzay araştırmaları için ön koşul sayanlar mı istersin, kaçak avcıların goril katline karşı taarruz açan çılgınlar mı dersin, hayatın peşine düşmüş böylesi kadınlardan ister istemez etkileniyorum. BBC'nin the Blue Planet belgeselini izlerken duyduğum heyecanı, insanların dünyasında çekişmeler ve çıkar kavgaları gölgeliyor. Güncel politika denen hengamede ne sanal gerçeklik araştırmaları kalıyor geriye, ne dil merakı, ne de kayaların sıkıştırdıkları. Ama esas başlangıcını geçtiğimiz yaz beyimle çıktığımız bir dağ yürüyüşü ve bir gecelik kabin konaklamasında yapan doğa tut

Neredensem

Resim
"Yaşadığı ülkeye toz kondurmayanlar yufka yürekli, tüm dünyayı evi bilenler güçlü kudretli, nereye gitse yabancılık çekenlerse tamamına ermiş kimselerdir." (Beyimin siparişi bir kitaptan, yarı çeviri yarı uyduru) "Nereden geldiğimi sorma, nereye ait hissettiğimi sor" diye başlığını yine yarı çeviri yarı uyduru bir şekilde aktarmak istediğim bir TED vidyosu geçtiğimiz hafta beni kolumdan yakalayınca "neredensem" diye bir başlık açıp taslaklarıma kaydetmiştim. Oldum olası ordan oraya bir hayat yaşadığım ve belki de daha önemlisi benim diyebildiğim alan, eşya, kişi gibi aitliklerime fazla güvenemediğim için bu konu fazlasıyla merakımı kurcaladı. Neredenim ben, pasaportumda yazan T.C. ne demeye geliyor? Beni anlatmaya koca bir millet sanrısı yetebilir mi? Linkini sonda paylaştığım konuşmada, konuşmacı aitliklerimizi 3R'nin belirlediğini söylüyor: R-ituals R-elationships R-estrictions Gününü nasıl yaşadığın/alışkanlıkların, kimlerle görüşüp

(Ev yapımı) benliğim

Resim
Düğünümüzün üzerinden 4 ay geçmesine rağmen evle ve eşyalarla ilişkim daha yeni yeni şekillenmeye başladı. Yeni bir ülke, yeni bir ev ve yeni bir yaşam derken "duvarları yumuşatan alışkanlık"ın beni bulması biraz zaman aldı haliyle. Ankara'da yemek yapmanın keyfine varayazmışken burada "aşçı" rolüme belki de ilk kez bu akşam bu kadar girebildim. Düğünümüzdeki yemeklerin, konuşmaların, dansların hatırası -maalesef oldukça zayıf olan- hafızamızla sınırlıyken hediyeler günün farklı saatlerinde kendilerini durmadan hatırlatıyor ve bizimle yaşıyor. Peynir dilimleyicisi her sabah sandviçlerimizi hazırlarken, anı kabı anahtardır cüzdandır kaybolması muhtemel eşyaları elimizin altına koyuyor. Ama yemeğin yeri ayrı, o yüzden düğün hediyeleri arasında doğrudan yemek yapmayı sağlayanlar hep bir adım ötede duruyor. "Tam bir Tefal gelini" oldum diye arkadaşlarıma bu akşam yaptığım yemeğin fotoğrafını yolladım. Umut Teyzem ve ailesinin hediyesi Tefal Actifr

SBZ03

Resim
Yıldız'a... Uzun zamandır konuşmadığınız arkadaşınlarınızla yeniden konuştuğunuzda (1.) kimiyle kısa raporlaşmalar (bu oldu, şu oldu, ne yaptığımızı bilelim), (2.) kimiyle her-haliyle-fazla kopukluklar (yanlış soru, yanlış cevap, konuşmak imkansız, bıktım yamalı arkadaşlıklardan!), (3.) kimiyle de "konuşma"nın ötesine geçen yakınlıklar yaşanıyor. İlk ikisini çöpe atıp (üzerlerine sünger çekip kırıntılarını topladıktan sonra) üçüncünün üstüne rahat bir şeyler aldıysak (the) üniversitenin ilk yılında tanıştığım ve çok sevdiğim birinden bahsetmek istiyorum. Onu ayrı bir kategoriye koyuyor olmalıyım ki "arkadaşlar" dediğimde o gelmiyor aklıma.  Tanıştığımızdan beri düzenli, sabit, tahmin edilebilir bir iletişim tutturamamız (çalkantılı bir ilişkiydi yani - benim sayemde!) yanıltmasın, birbirimizin hayatında iz bıraktık (ötesi = YOK). Şu da var ki (günah mı çıkarıyorum, yoksa geçmişe dönemeyeceğimiz gerçeğini mi hazmetmeye çalışıyorum?) zaman geçtikçe v

Bol acılı takılanlar

Resim
Resmî kağıtta aşçı dese de yemek yapma konusunda hâlâ taze öğrenciyim. Bir yemek pişirirken eksik-yanlış yapma korkusuyla tekrar tekrar tarife bakarım. Yemeği baharatlı severim ama her bir baharatın kendine göre bir kararının olduğunun da farkındayım. Gorille fareyle benzerliğimiz var da baharatlarla yok mu sanki?! Her bir insan kurduğu (ya da kuramadığı) muhabbetle karşısındakinde bir tat bırakıyor. Kimi insan taze nefes getiriyor her defasında, kimi ağız tatlandırıyor ama çoğu defa bana fazla acı geliyor bizimoralardan ların tadı. Dünyanın en mutsuz milletlerinden birine dahil olmanın acısını yaşarken ben, pek çok kişi birofçeksemkarşıkidağlaryıkılır! hallerini sofistike buluyor, dahası durmadan öf pöf etmekte beis görmüyor. Evet, Türkiye zor bir ülke, (bir ileri iki geri) politikası bıktırıcı, sokakta gördüğün birbirinden yılgın yüzlerin yarısından fazlası insanı hayattan soğutur falan ama insanların alışkanlık haline getirdiği ruh hallerinden bahsediyorum. Yani, bir arkadaşı

Numaranı alabilir miyim?

Resim
Geyler dünyanın neresinde olursa olsun birbirlerine çeşitli yollardan (app'ler gırla!) ulaşıyor, bağlanıyor (ya da bağlanamıyor). Cinsel yönelim denen nane, bu genellikle ayrıcalıksız kitle için bir tür küresel vize görevi üstleniyor yani. İlk olarak Ukrayna'yla başlayan "yurtdışına gitme" maceralarımda Latin Amerika'dan İskandinavya'ya Orta Avrupa'dan Orta Doğu'ya pek çok farklı yerde bulundum (evet, kısa süreliydiler, x was here gibiydiler). Gittiğim tek bir ülke dahi olmadı ki başka bir eşcinselle tanışmamış olayım. Evet, the one arayışındakiler için belki zorlu bir coğrafya ibnelik ama yine de yalnız değiliz, yanlış mıyım Lambda? Hepimiz eşcinseliz, eyvallah, ama her yerin de havasının ya da suyunun oradaki geyler üzerinde kendine has dokunuşları oluyor. İsveç'te takım elbiseli, cilalı yeni yetmelerle muhteşem havalandırmalı bir gey barda hiç yorgun argın düşmeden "kaliteli" bir şekilde dans ederken Meksika'da (gey-)flörtle

Overtraining: Pestilini çıkarmak

Resim
Kendimi bildim bileli hep bir koşturma (ruh) halindeyim. Sahilde öylece uzanmayı beceremeyen, "bir şey" yapmazsa kendini değersiz hisseden, kısa sürede darlanan biriyim. Ancak bu hayat alışkanlığı beni özellikle son zamanlarda ciddi ciddi mutsuz ediyor. Ev geyliğini yüzde yüz kabullenemeyen maço tarafım galiba bir yolunu bulup kendini kanıtlamak istiyor. Yok ben ayrı biriyim, bak ben beyimin beyi değilim, ben benim çırpınışları... Anlıyorum, baba evinden ayrıldıktan sonra hiç bu kadar dolaylı bir hayat yaşamamıştım. Haliyle kendimi bir şekilde ayrıştırma derdindeyim. Lâkin... (Hadi zaman verelim) son 1 haftadır hayatı overtraining şeklinde yaşamaktan yorulduğumu fark ettim. Amaç ne, araç ne, kimsin sen? Her şey karman çorman, tek maksatları pestilimi çıkarmak! Hayatı komplikeleştiren benim, kompliman peşinde koşan benim, gitmiyor bu eşek zorlama artık, dedim. Yükleri atmaya karar verdim. Zor geldi vazgeçmek, geri çevirmek, yüz üstü bırakmak, çekip giden olmak a

"Oğlum, bize iki Adana" diil işte!

Resim
Şimdi biraz geçmişe gidip beyimle Oslo yolculuğumuzdan bir izlenimimi aktarmak istiyorum. Oslo pahalı ama paranızın karşılığını veren bir şehir. İnsanlar iyi kazanıyor çünkü Türkiye'de insanların çer çöp gözüyle bakıp burun kıvıracağı işlerin bile daha özenli yapılabileceğini, bir tık ötesini kotarmayı, "kalifiye" olmayı keşfetmişler. Haliyle aldığınız her hizmette o kalifiyeliği yaratan birikim için ödeme yapıyorsunuz. Türkiye'de rastgele bir kebapçıya (e başka ne var?) gittiğinizde müşteriden çok garson dolanır etrafta. Kimi yoldan geçenlere bakar, kiminin zaten canı sıkkındır sizi güleryüzle karşılamaya hali mi kalmıştır, bir diğeri duvarların yeni süsü plazma ekrandaki maçından (derbi vardır, süper ligdir) gözlerini ayıramaz felan... İç açıcı bir manzara yoktur yani, onca garsonun olduğu yerde hizmetsiz beklersiniz bir müddet. Ya da marketler gelsin aklınıza, meyve sebze aldığınızda her bir ürünü tartan biri vardır. "Tartıcı"nın potansiyeli "mayda

O öyle, şu şöyle... - YA DA - We are the best, forget the rest!

Resim
Ekim ayı gelmiş geçmiş tek bir post dahi girilmemiş bloga! N'oldu, evimizin geyi öldü mü kaldı mı, iç ses arayışına çıktı da yolda başına kötü şeyler mi geldi, gözeneklerini tıkanıklarını açamadı da bloke mi düştü? E) Hiçbiri! Ev geyliğinin sanıldığı kadar kolay bir icraat olmadığını gözler önüne seren sessiz bir performans sergiledim sadece. Evet, Ekim'de çok şey oldu. Atina'ya gidildi, abi ağırlandı, kayınvalide ve kayınpedere ful akşam yemeği hazırlandı (kahve dahil). Neyse ki take your time kültürü burada iliklerimi kadar işlemiş vaziyette. Hiçbir şeyi aceleye getirmeye gerek yok! ( ama hiçbir şeyi diye de vurgularmışım) Bugün bir sınıf arkadaşımdan bahsedeceğim biraz. Kendisi 52 yaşında, yarı İngiliz, yarı Fransız, orada burada değişik güzel yerlerde yaşamış ama ben onun en çok ılık bir meltem gibi (böyle şeyler var dimi?) insanı rahatlatan gülüşünü seviyorum. Kadına baktıkça bir sayfiye yerine gelmişim, çocuklar denize girerken biz de şezlonglarımızda on