Kayıtlar

Eylül, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mut

Resim
Mut'u olan mutlu oluyormuş, varlık yokluk meselesi sanki! Sahipliklerimizde arıyoruz mut'u, her bir atom çekirdeğine saklanmış gibi. Senden rica etsem olur mu, bende hiç kalmamış da, komşu... Hepimiz bir mut peşindeyiz. Blog yazarlığımız, okurluğumuz; yemek yaparlığımız, tadarlığımız; yeniye başlarlığımız, başlarımşimdiyenine'lerimiz... Mut'a kafayı takmış bir zamanın insanları olarak ya ondandır ya bunda helvacının kızında diye ava çıkıyoruz. Mut araştırmaları yüzde 50 genetik, yüzde 10 çevresel, kalan yüzde 40 da isteğe bağlı diyor. Düşünsene bi, mut sahiden de elimizde! Mut bir seçim meselesi, mut bir emek, mut kendine yakışacak olana göre hareket ettiğinde kendine yakışan. Mut kendisi için düşünmeyi, hissetmeyi, adım atmayı gerektiren bir durum. Karşılaştırmalara sokmaman gereken, yenilenebilir enerji temelli bir yaşam çağrısı. Mutunu kendin yap!

A-acayip bir Vadi Mujib

Resim
Malumunuz Batı hayranlığımız çok eskilere uzanıyor. Her ne kadar neo-Osmanlıcılık oynasak da merakımızın uzamı Avrupa-Amerika sınırlarını aşamıyor. Haliyle bendeniz ev geyinin geçiş ülkesi Ürdün'e dair gelen sorular üçüncü ülkesi Norveç'e dair gelen soruların mini minnacık bir oranında kalıyor. Ama bu mavi göz sevdası insana neler neler kaçırtıyor! Kaçıranlar ve meraklılar için Vadi Mujib'den bahsetmek istiyorum. Kurban Bayramı tatilinin başında beyim ve ben Kraliyet Doğa Koruma Cemiyeti'ne (RSCN) bağlı Vahşi Ürdün Merkezi'nin (Wild Jordan Center) düzenlediği bir turla gittik bu a-acayip vadiye. Amman'dan minibüsle 1 buçuk saat süren bir yolculukla Ölü Deniz'e (aka Lut Gölü) bakan şalelerimize yerleştik. İlk gün akşamüzeri dünyanın bu en derin denizi/gölünde, yüzde 34 tuzluluk oranında asla batamayarak cildimize şifa getirsin diye zaman geçirdik. Ardından yemeklerimizi yiyip ateş başında çaylarımızı yudumladık, danslar ettik (Amerikalı gençlere Roman havas

Ders

Resim
Ben küçükken evde kırmızı ciltli bir Büyük Dünya Atlası'mız vardı. Avustralya nerede, komşularımız kimler hep oradan öğrendim. En sevdiğim haritalardan biri Avrupa Siyasî'ydi. Sınırın hemen öte yanından tut da okyanus kıyısına kadar ülkelerin başkentlerini ezberler, her bir ülkeye dair ordan burdan besleme izlenimlerle o isimlere kendimce resimler eklerdim. Gariptir, Oslo bana Avrupa'nın geri kalanından farklı bir his verirdi. Sanki tüm Avrupa benimdi de Oslo, Norveç çok çok ötede, erişilmez bir kara parçasıydı. Üniversite hazırlıkta sevdiğim köşe yazarlarını es vermeden ciddiyetle takip edip klasikleri birer ikişer okumaya çalışırken "kitap, kâtib, mektub..." gibi farklı formlara bürünen kelimelerden merakla Arapça nasıl bir dildir acaba diye düşünürdüm. Biraz biraz Rusça, Almanca, İspanyolca öğrendiysem de Arapça sanki hep ulaşılmaz, öğrenilmez bir dildi benim için. Hayat insanı bazen böyle ters köşeye yatırıyor işte. Bir yılı aşkın bir süredir Arapça

Bunalıklar takımı

Resim
İstatistikler var, diyor ki TR'de genç nüfusun bilmem kaçta kaçı (yüksekçe bişi bu oran) ne bi işte çalışıyor, ne okula ne de kursa gidiyor. Boş geziyor yani. Sağcı kanattansa sokak kenarı öbekleşmeleriyle rahatsızlık salıyor oradan geçenlere, mahalle bekçiliğine soyunuyor. Solcu kanattansa çok varoluşsal, çok felsefik, depderinlerde sorularla bunalımlardan çıkamıyor. İnan olsun acayip sıkıldım. Özellikle de solcu kanat bunalımlılarından. En çok onları gözlemleyebildiğimden belki de. Her türlü toplumsal ayrıcalığı sayesinde rahatı yerinde olan bu arkadaşlar şimdiye kadar kaymağını yediklerini geri ödemek istemiyor hiçbir şekilde. Her yer tahakküm onlar için. Of anne, git başımdan; işe giremem, ne istediğimi bilmiyorum; üç kuruş için değmez, abi. Gibi gibi.  Çok sıkılmış, çok bıkmışlar, çünkü rahatları yerinde. Bi meşgale yok, her şey anlamını yitirmiş. Anarko yorumların yıldızı, eve gidince anne karnım acıktı bana bi tost yap.  Dakka başı karşımıza çıkan en seksli aşk