Umutsuzluğundan cesaret bulanlara: Mr. Gay Syria

Dünyanın ennn yakışıklı, kaslı, arzu nesnesi eşcinsel erkeği neden Suriyeli bir mülteci olmasın? İstanbul’da düzenlenen gizli bir yarışmanın galibi, savaştan ve homofobiden kaçmanın ne demek olduğunu belki de tüm dünyaya anlatabilir. 

Ayşe Toprak’ın ilk uzun metrajlı belgeseli Mr. Gay Syria, gazeteci-aktivist Mahmut ile kimliğini tüm dünyaya özgürce haykırmak isteyen Hüseyin’in kesişen yollarına odaklanıyor. Saraybosna Film Festivali’ndeki gösteriminde izleyicilerin büyük ilgisini ve beğenisini toplayan film, festivalde ayrıca İnsan Hakları Ödülü kazandı.

Saraybosna’nın Osmanlı, Avusturya-Macar ve Yugoslav geçmişine dair eşsiz bir turun ardından bir yıl öncesinde internette kampanyasını gördüğüm belgeseli şehrin savaş sırasında hayata tutunmak için başlattığı film festivalinde izleme fırsatı yakaladım. Bu kadar ayrıcalığım olmuşken bir de yönetmen Ayşe Toprak’la buluşup kendisine bazı sorular yönelttim.

Sınırda başlayan dostluktan belgesele…

Mr. Gay Syria belgeseli, Suriyeli mülteciler dendiğinde ismi çoğu zaman zikredilmeyen bir grubun hikâyesine odaklanıyor. Seni bu konuya yönlendiren ne oldu?

İnsan hakları, her türlü hak-hukuk meselesi üzerine çalışmayı sevdiğim için, Arap dünyasında ya da Türkiye’de olsun, LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) meselesine de çok önem veriyorum.

Bunun dışında, bu film o kadar karakter filmi ki esasında çıkış noktası Mahmut’la ilişkim oldu. 2011’de, Suriye sınırında, Hatay’da başka bir film yapıyordum. Arapça bilmediğim için o benim rehberliğimi yapıyordu. Onunla arkadaş oldum ve hayatına girdim; hayatını gözlemlediğim için de onun meselesini, onun davasını bir şekilde ben de içselleştirdim.

“Umuda sarılmak, umut için savaşmak çok önemli”


Bu tür filmlerde camiadan yer yer “yine dram, yine mutsuz son” eleştirileri gelebiliyor, haliyle filmin iyi hissettirmesi de kendini giderek daha fazla belli eden bir beklenti haline geliyor. Mr. Gay Syria iltica, homofobi, aile, hayatta kalma mücadelesi gibi ağır konuları ele alırken karakterleriyle izleyiciyi güçlendiren bir belgesel. Bu dengeyi sen özellikle mi gözettin, yoksa elindeki malzeme zaten böyle miydi?

Hem malzeme öyleydi, hem de sanırım benim bakış açım da biraz öyle. Tabii ki bir sürü mağduriyet yaşıyoruz, özellikle Türkiye gibi bir yerde bu konuda çok mağduriyet yaşıyoruz. Ama bir şekilde ona farklı bir perspektif getirmezsek, farklı bir bakış açısından gitmezsek sanki hep aynı şeyleri söylüyormuşuz ve o sanki hiçbir yere varmıyor gibime geliyor.

Bence Suriyeliler her zaman, özellikle mülteciler, bütün filmlerde hep mağdur rolünde oynatılıyorlar; ama aslında çok kuvvetli karakterler ve onların ne kadar kuvvetli olduklarını göstermek çok önemli. Bence bizim belgeselciler olarak bu korku dünyasını kırmamız için en önemli şey, bu dengeyi kurabilmek. Hem o gücü ama aynı zamanda başlarına gelen bütün felaketleri de gösterebilmek.

Umarım seyirciler de onların kuvvetini hissediyordur, başlarına her şey geliyor ama yine ayakta duruyorlar. Ve bence Türkiye’de yaşadığımız her konuda, LGBT dahil, bence o umudu tutmak, umuda sarılmak, umut için savaşmak çok, çok önemli bir şey.

“İşin içine LGBT meselesi girince bakanlıktan fon alamıyorsun”


Mülteci denince klişeleşmiş bir anne-baba-çocuk algısı var. Suriyelilere yönelik ırkçılık haberleri artarken, homofobiyi de işin içine katarak, belgeselinde çifte ayrımcılığı ele almak bir yönetmen olarak işini zorlaştırdı mı?

Bence hikâye anlatımı açısından zorlaştırmadı. Fakat çok daha teknik açıdan zorlaştırdı. Mesela fonlara giderken. Düşünsene, ben Türkiye’de Suriyeli bir aile yapsaydım bakanlıktan da fon alırdım, her taraftan fon alırdım vs. Ama tabi işin içine LGBT meselesi girince alamıyorsun.

Başvurunu yaptın mı?


Alamayacağımı bilerek yaptım. O başvuru yapılacaktı, yapmak istiyordum o başvuruyu ve tabii ki de alamadım.

Ne dediler? Otomatik bir cevap mı geliyor?

Otomatik bir cevap geliyor, ama başvururken filmin ismini filan bile değiştirdim, zaten o sırada filmin ismi havadaydı, alâkasız bir şey koydum. Kendini de biraz otosansürlüyorsun; çünkü biliyorsun.

Alman TV kanalı: Benim seyircimin kafasındaki Suriyeli mülteci imajı bu değil

Fon meselesine geri dönecek olursak…

Türkiye’de bu konular konuşulmuyor, o yüzden fon vermiyorlar. Avrupa’da şöyle bir tepkiyle karşılaştım, o da çok ilginçti. Hiç unutmayacağım, Almanya’da çok büyük TV kanalında şöyle dediler ve çok açık açık söylediler bunu: Benim seyircimin kafasındaki Suriyeli mülteci imajı bu değil. Belki çok daha muhafazakâr, eğitimi olmayan filan, topluma çok daha böyle zararı olacak gibi gözüken bir imaj esas, onun seyircisinin kafasında.

Onun dışında zorluğu, trajik bir hikâye, içinde olmanın psikolojik zorluğu var; hem mülteci, hem LGBT, hem aile hikâyesi, dramı…

Dayanışmanın maddi hali: Crowdfunding

Belgesel insanların bağışlarıyla, crowdfunding (kitlesel fonlama) yoluyla desteklendi. O süreci anlatır mısın?

O süreç beni duygusal olarak çok etkiledi. Onu profesyonel bir şirket yaptı. Benim Fransız ve Alman yapımcılarım var; Fransız yapımcımın bulduğu bir şirket yaptı. Çünkü bu crowdfunding meselesini hakikaten yönetmen gerekiyor; bütün gün onun başında, ben de o süreç boyunca full-time buna odaklandım.

Her türlü hem tanıdığa, hem tanımadığa yazmak ama aynı zamanda bir sürü röportaj vermek… O dönem bir 35 tane filan röportajımız çıktı. Ama şey çok duygulandırdı beni, atıyorum Sri Lanka’dan birisi para verdi, böyle hiç düşünmeyeceğim, hayal etmeyeceğim yerlerden.

Türkiye’den hem maddi hem manevi açıdan çok destek geldi, ve bir şekilde o crowdfunding sırasında Facebook sayfamız, özellikle teaser’ımızın altı insanların kendini savunma yeri haline geldi ve bu beni çok duygulandırdı o anlamda. Teaser olduğu için herkese gitti, hiç izlemeyecek olanlara da gitti.

“Gençler arasında farklı bir duyarlılık yaratabileceğine inanıyorum”

Belgeseli güvenlik endişesiyle İstanbul Film Festivali’nden çektiniz. Türkiye’deki gösterimleri nasıl planladığınıza dair bilgi verebilir misin?

Türkiye’deki gösterimler Hüseyin’in Türkiye’den çıkmasına bağlı. Hüseyin ve başka bir karakter, Wissam, ikisi de şimdi Fransa’dan sığınma aldı. İstanbul Film Festivali’nde gösterememizin sebebi de Hüseyin oldu; çünkü o noktada İstanbul’da bu filmin gösterilmesinden korktu, geleceğinde ne olacağını bilmediği için, o yüzden festivalden çektik.

İstanbul’da gösterilmesini çok önemsiyorum çünkü hakikaten özellikle belki gençler arasında farklı bir duyarlılık da yaratabileceğine inanıyorum, en azından benim hayalim bu. O yüzden gösterilmesini, tartışılmasını çok istiyorum.

Böyle böyle bir filmimiz var, siz bunu nasıl kullanabilirsiniz?

Mr. Gay Syria’yı festivaller ve rutin gösterimler dışında nasıl bir yolculuk bekliyor?


3 tane amacımız var. Birincisi şu ana kadar 8 bine yakın kişinin takip ettiği Facebook sayfasını birazcık daha büyütebilmek, orada bu konular üzerine daha fazla yazıp çizebilmek. Bunun için bu işe gönül adamış birkaç yan karakterin Facebook sayfasını yönetmesi için bir şekilde onları istihdam etme hayalimiz var. Hem Arapça, hem İngilizce, hem Türkçe yazılar ve filmde yer almayan bir sürü sahne… Bir tane sahte pasaport alma sahnesi var mesela; böyle bir sürü farklı konulara değinebilecek, tartışma konusu olabilecek küçük küçük klipler hazırlayıp onları paylaşma hayalimiz var.

İkinci yapmak istediğimizse, STK’ların ellerini kuvvetlendirmek. Bu hem Türkiye’de, hem Arap dünyasında, hem de uluslararası… LGBT hakları ya da mülteci hakları çalışan insanların bu filmi bir şekilde kullanabilmesini çok istiyoruz. Bunun için de İngilizce “impact producer” deniyor, etki yapımcısı, onun bir network haritası çizmesini ve STK’lara ulaşmasını istiyoruz, böyle böyle bir filmimiz var, siz bunu nasıl kullanabilirsiniz diye.

Üçüncüsü de eğitim kurumlarında, özellikle Türkiye ve Arap dünyasında ve sonra her yerde, bunu bir şekilde eğitim toolkit’ine dönüştürüp, değişik dillere de çevirip eğitim kurumlarında kullanılsın istiyoruz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dillerden düşmeyen 12 Arapça ifade

Norveççe Öğrenmeye Nereden Başlamalı?

Norveç'in "ayıp" gençlik dizisi: Skam